Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Kentleşme ve Yolsuzluk İlişkisinin Değişen Doğası: Adam Çalı(şı)yor!


Mezun olup belediyede şehir plancısı olarak göreve başladıktan hemen sonra şahit olduğum bir olayı anımsıyorum. Benden daha kıdemli mesai arkadaşlarım kendi aralarında bir başka belediye çalışanından gıyabında “çok dürüst adamdır” diye bahsediyorlardı. Bu yorumu duyan ve yaşı emekliliği çoktan aşmış bir başka ağabeyimiz tepki göstermişti bu yoruma: “Dürüstlük bir meziyet değil, herkeste olması gereken bir özelliktir. Dürüstlük olmazsa başka hiçbir niteliğin anlamı yoktur”! Belli ki bundan on beş yıl öncesinde yolsuzluk, etik kurallar çok ciddi bir değişimden geçiyordu. Aslında bu değişim hala da devam ediyor. Kentleşme ve yolsuzluk ilişkisi bir süreç olarak değişen toplumsal koşullar çerçevesinde yeniden tanımlanıyor.

Aslında tarih boyunca yolsuzluğun kentsel yaşamla içi içe olduğu söylenebilir. Göçebe toplumlarda da yolsuzluğun izlerini görmek mümkün olmakla birlikte kentsel yaşama geçilmesiyle birlikte yolsuzluğun daha yaygın ve kitlesel bir eylem halini aldığında sosyal antropologlar uzlaşmaktadır. Kentsel yaşamla birlikte gelişmiş bir kamusal alanın ve kamu gücünün ortaya çıkması, iş bölümünün çeşitlenmesi, uzmanlaşmanın derinleşmesi, kaynakların ve artı değerin tekelleşmesi, iktidarın inanç sistemleriyle birlikte kurumsallaşması gibi sebepler bu temel farklılığı ortaya çıkarmaktadır.

Modernist gelenekle birlikte yolsuzluk tüm yönetsel, iktisadi ve sosyal süreçlerin gölgesi konumunda olan bir enformel alanın kaçınılmaz unsurlarından birisi halini almıştır. Modern toplumlarda yolsuzluk ikili bir değerlendirmenin konusudur. Bir yandan yolsuzluk mekanizmaları belli bir düzeyde temsili demokrasilerin yurttaşlara vaat ettiği hakların elde edilmesinde, serbest piyasa mekanizmasının işlemesinde olumlu bulunurken bir yandan da kamu yararının ya da ortak çıkarların önünde bir engel, serbest piyasa mekanizmasının işlemesini kesintiye uğratan ya da etkinliği ve verimliliği azaltan bir unsur olarak değerlendirilebilmiştir. Bu değerlendirmede farklı yaklaşımların ortaya koyduğu etik kavramsallaştırması etkilidir.

Yine de, bu fikir ayrımlarına karşın tüm hukuk ve inanç sistemlerinde yolsuzluğun belli biçimlerinin kınanmasında ortaklaşılıyor gibi görünmektedir. Rüşvet, adam kayırma, irtikap, zimmet vb. gibi eylemler uluslararası alanda olumsuz değerlendirilmekte kimi zaman da suç kabul edilmektedir. Sosyal bilimler alanında da bu tür eylemlerin sebepleri ve mekanizmaları üzerinde alanın yöntemsel kısıtlılıklarına rağmen çeşitli çalışmalar yapılmaktadır.

Her ne kadar kısıtlı da olsalar sosyal bilimler alanında yapılan çalışmalar son dönemde yolsuzluğun pratiği ve meşrulaştırılmasına ilişkin çok temel bir dönüşüm içerisinde olduğumuzun ip uçlarını ortaya sermektedir. Küreselleşme olarak adlandırılan süreçte alışılageldik tüm kalıplar gibi yolsuzluğun pratiği, meşruluğu, nasıl algılandığı, neyin yolsuzluk sayılıp neyin sayılmayacağı gibi bir çok konuda ciddi farklılaşmalar ortaya çıkmaktadır. Çok ölçekli, çok aktörlü, çok kültürlü bir dünyanın hızlı devinimi karşısında küresel alanda aynı hızda ortak etik bir temelin oluşturulamaması yolsuzluk kavramının içeriğini hızla değiştirmektedir. Bu değişimden en çok ve başta etkilenen de kentsel alanın ta kendisi olmaktadır.

Geleneksel olarak “rüşvet alan belediye ya da tapu görevlisi” imgesi ile zihinlerde canlanan yolsuzluk kavramı belli bir süreçte ortaya çıkan “yeni” tür yolsuzluklarla neredeyse meşrulaşır hale gelmiştir. Yeni tür yolsuzluk bir çok farklı niteliğe sahiptir. Her şeyden önce kamusal alanda devletin rolünün küçülmesi ve sivil toplum inisiyatifleri ile paylaşılır hale gelmesi yolsuzlukların büyük bir kısmının sivil toplum alanına kayması sonucunu doğurmaktadır. Tanım icabı “kamu yararına” olması beklenen sivil toplum örgütlerine ilişkin yolsuzluk haberlerinin yoğun bir biçimde medyada yer alması bu tür bir dönüşümü doğrular niteliktedir. Bununla birlikte ulus devletin aşınması ve ulus aşırı sermayenin yerel aktörlerle birlikte hareket eder hale gelmesi de yolsuzluğun farklı türlerini ortaya çıkarmaya başlamıştır. Bu yeni yolsuzluk türleri bir yerde “yarışan ve rekabet eden kentler ve yerleşimler” kavramları ile de desteklenmektedir. Bir yerleşimdeki yerel yöneticilerin uluslar arası alanda ses getirecek bir etkinlikte yer alabilmek için yapabilecekleri ciddi anlamda yolsuzluklara gebe süreçleri rahatlıkla üretebilmektedir. Son olarak bilişim teknolojisindeki gelişmelerin iktidarın merkezileşmesi ve otoriterleşmesi için kullanımı da benzer biçimde yolsuzluk süreçlerini dönüştürmektedir. Örneğin bir belediye başkanının kent bilgi sistemlerini kullanarak arazi spekülasyonunu yönlendirmesi sık rastlanan yolsuzluk biçimlerindendir.

Esasında yolsuzluk pratiklerinde dört temel açıdan dönüşüm yaşanmaktadır. Birinci olarak yolsuzluğun bireysel bir eylem olmaktan çıkıp kolektif bir eylem alanı olmaya başladığı görülür. İkinci olarak yolsuzluğun yoğun biçimde sivil toplum alanına kaydığı ve kurumsallaştığı söylenebilir. Üçüncü olarak yolsuzluğun yerel kaynakların küresel sermaye birikimi ile eklemlenmesinde alternatif bir yol olmaya başladığı ifade edilebilir. Son olarak tüm bu unsurları etik açıdan tarif edecek ve uzlaşmaya dayalı ortak doğrularla karşılaştıracak bir çerçevenin yokluğu ortaya konabilir. Bu dört unsurun varlığı bir yandan da toplumların gerçeklik kavrayışını derinden etkilemektedir. Yolsuzluğun tarifinin giderek zorlaştığı ve yolsuzluğun daha kitlesel ve kurumsal hale geldiği bir ortamda yolsuzlukla el değiştiren kaynakların miktarı çarpıcı biçimde artmaktadır. Bunun sonucunda toplumsal düzeyde gerçekleştirilen tüm proje ve faaliyetler kuşku ile karşılanmakta, medyanın da zaman zaman parçası olduğu bir yolsuzluk ağı komplo teorilerinin yaygın kabulünü getirmektedir.

Böylesi bir ortamda kentsel alanla yolsuzluk ilişkisini tanımlamak da giderek zorlaşmaktadır. Sanayisizleşen, neo-liberal politikaların etkisiyle kutuplaşmaların, çatışma ve yarılmaların yaşandığı işsizliğin ve yoksulluğun arttığı kentlerde, kent yönetimlerinin olası tüm araçlarla yolsuzluk da içermesi olası tüm süreçleri meşrulaştıracak propaganda stratejileri izlemeleri, kentleri yolsuzluk açısından çok daha sorunlu alanlar haline getirmektedir. Kentsel siyasetin geleneksel siyasal kategorilerden bağımsızlaşan kişisel karizma ve liderlik gibi unsurlarla belirlenmeye başlaması da bu süreci güçlendirmektedir. Artık etik ve doğru olan yerel siyasetçilerin ve kent yöneticilerinin kişisel karizma ve aurası çerçevesinde belirlenmektedir.

Artık geleneksel etik kurallar ve yolsuzluk tanımlarının yetersiz kaldığı açıktır. Daha devingen, pragmatik koşullara uygun çözümleri içeren ve bireylerin eğitim sürecinde içselleştirdiği bir yaklaşıma ihtiyaç duyulmaktadır. Bu yaklaşımın belediye başkanının etik kuralları ihlal ederek değil etik kurallara uyarak seçileceğini, teknik insanın takdir hakkını adil biçimde kullanarak toplumsal saygınlığı elde edeceğini kabulü ile ortaya çıkabilir. Bu kabulün bir birey tarafından içselleştirilmesi ise belki de tüm bir eğitim alanını kapsıyor.

İlköğretim sıralarında zararlı olan tüm şeyleri içtenlikle “zararlı” olarak kabul eden, resim derslerinde ormanları kesen, çevreye zarar veren kişileri “kötü” olarak çizen, hayallerindeki kenti daha yeşil betimleyen küçükler nasıl bir süreçten geçerek yolsuzluk süreçlerinin faydacı tarafı haline geliyorlar? Belki de asıl incelenmesi gereken bu...

Hiç yorum yok: